19 Nisan 2008 Cumartesi

arart filmi hakkında

“ARARAT” FİLMİ SENARYOSUNDAKİ TARİHSEL OLAYLARIN İNCELENMESİ

Şenol KANTARCI*

GİRİŞ

Okuyacağınız yazıyı kaleme alan yazar, bir sanat eleştirmeni değildir. Aslında yazarın bu incelemede ele aldığı senaryo ve bu senaryonun yönetmeni olan Atom Egoyan’ın da, tarih ve tarihçilikle uzaktan yakından ilişkisi yoktur. Böyle olmasına rağmen, Egoyan ve filmi “Ararat” tarih iddiasıyla ortaya çıkmaktadır.

Atom Egoyan tarafından yazılan ve filme çekilen “Ararat” isimli film senaryosunun en çarpıcı noktası, filmin içindeki filmdeki tarihi olayların kaynağının bir Ermeni ya da Türk değil, sözde tarafsız bir Amerikalı misyoner olduğunun işlendiği sahnedir. Bahsi geçen sahnede, filmdeki kahramanlardan birisi olan Rouben’in filmin içerisindeki filmde Amerikalı misyoneri canlandıracak olan Martin’e bir kitap uzatarak:

“Bu kitap senin karakterinin anahtarıdır. Kitap, 1917 yılında Boston’da basılan Clarence Ussher’in gerçek günlüğüdür. Amerikalı bir doktor olan Ussher, bütün olup bitenlere şahit olmuştur.”[1] demesidir.

Rouben, bu sahnede ki konuşmasında:

“Senaryomdaki her sahne bu dokumana (kitaba) dayandırılmıştır. Bu, bir toplumun tamamen yok edildiğini gören bir adamın anlattığı gerçek bir hikayedir...”[2] Diyerek bu karakterin çok önemli olduğunu ve iyi canlandırılması gereğini belirtmiştir.

Yukarıda da belirtildiği gibi bu sahne, izleyiciler açısından en önemli sahne olacaktır. Zira olaylara tanıklık yapan bir Ermeni ya da Türk değildir. Egoyan’a göre veya Egoyan’ın izleyici üzerinde bırakmak istediği etkiye göre, tarafsız bir şahittir. Zaten filmi önemli kılan da bir Amerikalı’nın hatıratına dayandırılmış olmasıdır.

Atom Egoyan’ın “Ararat” filmine dayanak yaptığı Amerikalı misyonerin ne amaçla Türkiye’de Van’da olduğunu, ne için gönderildiğini ve bölgede ne tür faaliyetler içerisinde olduğunu araştırmadan ve bu misyonerin Türklere ve Ermenilere olan bakış açısını ortaya koymadan “Ararat” filmi hakkında yapılacak her türlü değerlendirme eksik olacaktır.

Araştırılmadığı takdirde ortaya çıkacak olan diğer bir eksik nokta da 1914-1916 yılları arasında Van’da cereyan eden Ermeni isyanının ve akabinde çıkan savaşın incelenmesi olacaktır.

İncelenecek olan diğer hususlar ise bu tarihlerde bizzat bölgede görev yapan diğer kişilerin hatıratlarının okunması ve karşılaştırılması olacaktır.

İncelemede ilk olarak yapılan Egoyan’a ait Ararat senaryosunun okunması olmuştur. İkinci adım olarak Egoyan’ın senaryosunda bahsettiği 1917 yılında Boston’da basılan Dr. Clarence D. Ussher’in ve bayan Grace H. Knapp’ın birlikte kaleme aldıkları ve bu senaryoda bahsi geçen “An American Physıcıan ın Turkey” isimli kitabının okunması olmuştur.

Bu aşamadan sonra konuyla ilgili yine bu bölgede Amerikan misyoneri olarak çalışmış Dr. Ussher’in mesai arkadaşları olan Bayan Knapp ve Y. A. Rushdouni’nin hatıratları okunmuştur. Adı geçen hatıratların yanı sıra İsviçreli misyoner Safrastian ve Bayan Gazarian’ın olayı anlatan raporları, bunlara ilave olarak Almanların tavsiyesiyle Türk ordusuna gönüllü sıfatıyla gelmiş ve Birinci Dünya Savaşı bitinceye kadar Türk ordusunda görev yapmış, Van’daki olaylar sırasında Van Vali Vekili Cevdet Bey’in yanında Türk ordusuna komuta etmiş olan, hatıratından istihbaratçılığı muhtemel, Hıristiyan fanatiği olduğu anlaşılan Venezuellalı Rafael de Nögales’in yazmış olduğu hatırat okunmuştur. Son olarak ise yukarıdakilere ilaveten birçok yerli yabancı hatırat ve dönemle ilgili resmi yazışmalar okunarak bir değerlendirme yapılmıştır.

Atom Egoyan’ın senaryosunda dayanak olarak gösterdiği Amerikalı misyoner Dr. Clarence D. Ussher ve kitabı “An American Physician in Turkey”in analizini yapmak için Amerikalı misyonerlerin Anadolu’daki çalışmalarının tetkik eden kısa bir inceleme yapmakta yarar vardır.

1. SENARYOYA KONU EDİLEN TARİHİ OLAYLAR

1. 1. ABD’NİN DOĞUYA YÖNELMESİ

18. yüzyılın sonlarına doğru bağımsızlığını kazanan genç Amerikan devletinin istikbali, ticaretteydi. Amerikan ticareti Baltık, Levant (Orta Doğu) ve Uzak Doğu olmak üzere başlıca üç yönde gelişebilirdi. Ancak bu gelişme yollarının üzerinde bazı engeller, denizcilerin diliyle bazı mayınlar bulunmakta idi. Bu mayınlardan kurtulmak için Amerika’nın donanmaya ihtiyacı vardı. Aslında donanma, işin “yüzü sert ve soğuk” yanıydı. Bir de “yüzü sıcak”, sempatik ve insancıl olan bir mekanizmaya ihtiyaç vardı. Zira, Akdeniz’de dolaştırılacak bir fırkateynin yıllık masrafı 80.000 dolarken, bir misyoner ailenin yıllık gideri 1000 doları dahi bulmuyordu.[3]

ABD’nin Osmanlı Devleti ile ilişkileri bu genç ülkenin kârlı bir dış ticaret yapma ihtiyacından doğdu ancak bununla da sınırlı kalmadı. XIX. yüzyılın ilk yarısında başta tacirler ve denizciler olmak üzere misyonerler, mucitler, mühendisler, zanaatkârlar, bilim adamları, maceracılar ve hatta serseriler dahi Levant’ın yolunu tuttular. Bu sayılanların içerisinde, etkileri itibariyle en kalıcı olanı elbette ki misyonerler oldu. Bahsi geçen kalıcı etkiler sadece ABD’nin bölgedeki ekonomik çıkarının geliştirilmesi hadisesiyle değil, sonuçları günümüzde dahi hissedilen diğer oluşumlar açısından dahi böyle idi.[4]

Amerikanın bağımsızlığı, Avrupa’nın emperyalist misyonundan kendini koruma düşüncesi ve “Amerika Amerikalılarındır” ilkesiyle dünya politikasından uzak durmayı hedeflemiş, bunun doğal karşılığı da Avrupa’nın Amerika’dan uzak kalması durumunu beraberinde getirmiştir. Ancak dünyanın Avrupalı emperyalistler tarafından paylaşılması durumuna kayıtsız kalmak büyüme hedefleri olan ABD için son derece yanlış olacaktı. Aynı şekilde emperyalist tavrın içerisinde bir devlet olarak dünya arenasına çıkmak da “Monroe Doktrini”ni çiğnemek anlamına gelmekteydi. Son derece karmaşık olan bu işin içinden çıkmanın tek yolu vardı o da Amerikan Protestan misyonerliğiydi.[5]

Önceleri yani, 1797'de, 1804'de, 1811'de Amerika, Osmanlı Devleti'ni ticari potansiyel olarak görürken, 1819'dan itibaren Amerika'nın Türkiye'ye bakış açısı değişmiş, ticaretle girdikleri Osmanlı Türkiye’sindeki ortamın müsaitliğini kavrayıp misyoner faaliyetlerini yürütebilecekleri yeni bir dönemi başlatmışlardır.

Amerikan misyonerleri ve Amerikan Protestan kilisesinin faaliyetleri, Amerika'daki Türk düşmanı Ermeni Propagandasının da esas noktasını teşkil etmiştir. İlk Amerikan tüccarlarının Boston'dan gelmesi, özellikle Boston-İzmir limanlarını sürekli kullanmaları ve Türkiye'de simsar olarak Türkiye Ermenilerini bu işin içerisine sokmalarıyla gerek İzmir'de gerekse Boston'da büyük bir "Ermeni Burjuvazisi"ni ortaya çıkarmıştır. Amerika'nın dışa yönelik misyoner örgütü, "American Board of Commisioners for Foreign Mission" (ABCFM) adlı misyoner örgütünü 1810 yılında Boston'da kurması[6] ve bu örgütün 1819 yılında Türkiye'yi programına alması, 1820'lerden itibaren de ilk misyonerlerini Anadolu'ya göndermesi, bunun yanında Amerikan Proteston Kilisesi'nin kendisine hedef kitle olarak Türkiye Ermenilerini seçmesi ve bu yönde Anadolu'da Ermeniler üzerinde faaliyet göstermesi, Türkiye'de ve Amerika'da siyasi Ermeni hareketinin de filizlenmesini gerçekleştirmiştir. Türkiye'ye Ermeni sorununun tohumlarını atanlardan birisi de "American Board of Commisioners for Foreign Missions"[7] adlı misyoner kuruluşuyla 1820’li yıllarda ABD olduğu iddia edilebilir. Amerikalı Tarihçi Justin McCarty, Osmanlı kontrolünün dışındaki bu okulların Ermeniler arasında milliyetçilik duygularını ortaya çıkararak artırdığını belirtmiştir.[8]

1. 2. ABFCM’nin Türkiye’deki Faaliyetleri

ABFCM, Anadolu’daki ilk merkezini 1820 yılında İzmir’de kurmuştur. Bundan sonra 1823’te Beyrut’ta, 1831 yılında İstanbul’da, üç yıl sonra 1835’de Trabzon’da ve dört yıl sonra yani 1839’da da Erzurum’da misyoner merkezlerini kurmuşdur. Bunları 1847’de Antep, 1851’de Sivas ve 1852 yılında Adana ve Merzifon izlemiştir. 1853 yılına gelindiğinde Diyarbakır’da da açarak merkezlerini giderek çoğaltan ABFCM, 1854 yılında Maraş, Kayseri ve Urfa’da, 1855’te Harput’ta, 1859’da Tarsus’ta, 1872’de Van’da merkezler açmış ve bunları geri kalan branşların açılması izlemiştir. Misyonerlerin en önemli araştırmalarından birisi de Dicle ve Fırat havzasında yapılmıştır. Misyonerler için bu bölge, en az bilinen ve en çok tehlike arzeden bir bölgeydi. 1839 yılından 1845’e kadar yukarıda adı geçen (Van, Diyarbakır, Harput, Mardin, Musul v.s.) şehirlerde halk arasına girerek buralardaki insanların gelenek ve göreneklerini öğrenmeğe çalışmışlardır. Örneğin, bu misyonerlerden Doktor Grant, bir çok Kürt Şeyh ve ağasıyla iyi ilişkiler kurmayı başararak, kendisinden sonra gelecek olan misyonerler için zemin hazırlamıştır.. Bölgedeki Türk, Kürt, Nasturiler arasında araştırmalar yaptığı sırada Musul’da ölmüştür. Grant’ın verdiği bilgilerden sonra ABFCM, Nasturiler arasındaki faaliyetlerini daha da genişletmiştir. Grant, ayrıca Doğu’daki Kürtler arasına özel yetiştirilmiş misyonerler gönderilmesini teklif etmiştir.[9]

Osmanlı topraklarına ayak basan ilk Protestan misyoner, 1815 yılında Mısır’a gönderilmiş olan İngiliz Church of Missionary Society’e bağlı bir papazdır. Bu papazı 1820 yılının 15 Ocak’ında İzmir’e gelen Pliny Fisk ve Levi Persons adlı Amerikalı misyonerler takip etmiştir. Bu kişiler ne yapılabileceğini tespite çalışmışlardır. Örneğin, Goodel ve Dwight’in birlikte kaleme aldıkları 1832 tarihli mektup bu bakımdan dikkat çekicidir:[10]

“Sorun, Ermenilerin iyiliği için mümkün olan en yararlı işi hangi yoldan yapacağımızdır... Onlarla ilgili olarak işe doğru uçtan başlamak için ilkokullar açmalıyız... Bir çocuğun kafasında yetişkin insanınkinden çok daha kolay iz bırakabilir... üstelik bunların pek çoğu okuyamıyor, hemen hemen tümü yazamıyor... şimdi, iki harfi birbirinden ayıramayan bu adamlara biz Tanrı’nın Kitabı’nı versek ne olur? Genişlememize gerek yok; demek ki işe okuldan başlamalıyız...”[11]

Yine bu düşünceyi, Goodell, Schauffler ve Dwinght’ın 8 Mayıs 1837 tarihli birlikte yazdıkları mektuplarında görmek mümkündür:[12]

“Bütün Ermeni ulusu eğitimin önemine yönelik bir uyanışın içerisindedir. Şimdi Üsküdar’da bir büyük kolej ya da üniversite kuruyorlar. Ancak, binaları, paraları olmasına rağmen adamları yok. Bütün bu girişime biçim ve hayat verebilmek için Ohannes’e bağımlı kalacaklar, o da bize, Öğretmenlerinin öğretilmesi, eğitmenlerinin eğitilmesi gerekecek...”[13]

Ermeni yazarlarından Mark Malkasian; "ABCFM" temsilcilerinin 1820'lerde Osmanlı İmparatorluğu'na geldiğini, önceleri Müslüman olanları Hıristiyanlaştırma gayretleri sürdürdüğünü, bunun mümkün olmadığını görünce, Ermenilere yaklaştıklarını yazmıştır.[14]

Amerikan Misyoner Örgütü Boston merkezi sekreteri Judson Smith, 1893 yılında, "Hamdolsun, Çanakkale ve Akdeniz kıyılarından Rus sınırına ve Karedeniz'den Suriye'ye kadar, Türkiye'nin hemen hemen bütün kent ve köylerine erişebildik" demiştir. Gerçektende bu misyonerler, her Ermeni köyüne ulaşmışlar, hatta her Ermeni evinin içine kadar girmişlerdir. Bu kadar kapsamlı bir çalışmayı, o zamana kadar Türkiye'de hiçbir başka örgüt başaramamıştı. İngiliz, Fransız misyonerlerinin çalışmaları, belli noktalarda sınırlı kalmış, belli kasabaların veya misyoner istasyonlarının çevresini pek aşamamıştı. Amerikan Protestan Misyonerleri, Türkiye'deki çalışmalarının yaygınlığı ve derinliği bakımından birinci sırayı aldıklarını, öteki örgütleri çok geride bıraktıklarını övünerek yazarlar"[15].

American Board’ın faaliyetlerini özetleyen Barlett Raporu’nda ilk cümle şöyledir: “Misyoner faaliyetler açısından Türkiye, Asya’nın anahtarıdır.”[16]

ABCFM Türkiye'de o kadar muazzam çalışmıştır ki, 1893 yılına kadar Türkiye'de 624 okul, 436 ibadethane açmıştır[17]. Bu tarihte Türkiye'de 1317 misyoner görev yapmaktaydı ve 1893 yılına kadar Türkiye'de 3 milyon İncil ve yaklaşık 4 milyon da değişik kitap dağıtılmıştı. "ABCFM..."nin 1893'e kadar harcadığı para 10 milyon doları aşmıştı[18]. Bunun yarıdan fazlası Amerikan vatandaşlarından toplanmıştı. Amerikan misyoner örgütünün sekreteri Judson Smith, yukarıdaki rakamların bir bölümünü sıraladıktan sonra:

"Bütün bu asil hizmetlerimiz, Ermeni milletini bize karşı sonsuz sevgi ve şükran duygularına gark etti ve Ermenileri yüreklerini çelik bir çengelle misyonerlere bağladı. Artık Ermeni milleti, bu koruyucularının ve velinimetlerinin ellerinde bir balmumu parçası gibidir"

Diyerek Ermenilerin ABD'ye ne derece sıkı bağlı olduğunu aleni bir şekilde ifade etmiştir[19].

Ermenilerin ABD’ye bağlılıklarının yanında, ABD’nin de Ermenilere karşı yıllarca verdikleri emekten dolayı doğal olarak özel bir ilgileri mevcuttu. Buradan yola çıkıldığında Atom Egoyan’ın senaryosuna dayanak yaptığı Amerikalı misyoner Dr. Clarence Ussher’in hatıratının hangi ruh hali içerisinde kaleme alınmış olduğu açıkça anlaşılmaktadır.

Atom Egoyan, Dr. Ussher’in hatıratını esas alarak senaryosunu, Ussher’in görev yaptığı yer olan Van üzerine kurgulandırmıştır. Aşağıda senaryo ile doğrudan ilgili olan Van vilayetindeki Ermeni hareketlerinin kısa incelemesi yapılmıştır.

2. VAN’DA ERMENİ HAREKETLERİ

2. 1. Birinci Van İsyanı (1896)

Van’daki Ermeni hareketlerinin 1914 yılına kadar olan sürecinden geriye doğru yaklaşık 60-70 yıllık bir geçmişi vardır. 1857 yılında Varrak Manastırı’nda bir basımevi kurulmuş ve burada Ermeni isteklerine ait eserler basılmış “Vaspurgan”, “Van Kartalı” gibi gazeteler çıkartılarak propaganda yoluyla isyana hazırlık yapılmıştır.[20] 1870 ve 1880 yıllarında ise “İttihat ve Halas”, “Araratlı” ve “Karahaç” gibi örgütler kurulmuştur.[21] Bu bakımdan genel olarak Ermeni isyan komiteleri Van’da diğer yerlere kıyasla daha organize ve kuvvetli olmuştur.

1872 yılında Van’da kurulan “İttihat ve Halas”, Rus taraftarı bir çizgi yürütmüştür. Böylece Rusya’dan da gördüğü destek ile kuvvetli bir siyasi teşekkül haline gelmiş ve Van merkez olarak civardaki Ermenilere sürekli isyan fikirlerini aşılamıştır.[22]

Aynı yıl (1872), Van’da kışkırtma hareketlerini hızlandırmak, Ermenileri Rus ordusu saflarına çekmek ve Osmanlı ordusuna karşı kullanmak için “Kurtuluş Birliği Cemiyeti” kurulmuştur.[23]

1878 yılında[24] yine Van’da “Siyah Haç Cemiyeti” diğer yaygın adıyla “Karahaç”, kurulmuştur ki, bu örgüte verilen ad, üyeleri arasında sır tutmayanları listedeki isimleri üzerine haç işareti çekerek idama mahkum etmelerinden ileri gelmiştir. Adı geçen cemiyete üye olarak girenler büyük bir mesuliyetin altına girmiş oluyorlardı. Örgütün ileri gelenleri Rusya’dan gelen Ermenilerden oluşmaktaydı. Genel olarak bu örgütleri Rusya’dan gelen doktor Navarstyan tanzim etmiştir. Örgütlerin faaliyetleri birkaç yer ve koldan idare olunmuştur. Bunlardan birisi Tiflis’tir. Buradan silah ve cephane tedarik etmek üzere icap eden paralar gönderilmiştir.[25] Haziran 1896 da başlayan Birinci Van isyanının hazırlığı yukarıda da anlatıldığı üzere, geriye doğru uzunca bir zaman dilimini almıştır.

Van’da ki Ermeni komiteleri buradaki Türkleri yok ederek bölgeyi ele geçirmek için kurulmuş, sürekli dışarı ile irtibatta bulunarak silah tedariki sağlamıştır. İsyan öncesi Van konsolosu yüzbaşı Clayton 12 Ekim 1890 tarihli raporunda; Rusya Ermenistan’ından Türkiye Ermenilerine silah göndermek için cemiyetler kurulduğu ve silahların dağıtılması için ise ajanlar angaje edildiği yolunda bilgiler elde edildiğini yazmıştır. Clayton, 1890 Kasımında da Ermenilerin isyan hazırlığı içerisinde olduğunu ve Amerikalı bir misyonerden Van’da Rusya’dan gelen bu silahların dağıtıldığını öğrendiğini raporunda ifade etmiştir.[26]

İsyanla ilgili olarak Van’da konsolosluk yapmış olan General Mayewski, 1895 yılında Van’daki ihtilalcilerin Avrupa’nın ilgisini üzerlerine çekmek için bir takım politik cinayetler işlediklerini, zengin Ermenilerden haraç topladıklarını, 1895-1896 kışında Van’daki Ermeni geçlerinin müfreze ve kıta talimleri yaptıklarını ve baharla birlikte Van ve çevresinde çeşitli katliam olayları gerçekleştirdiklerini rapor etmiştir.[27]

1896 Haziranın ilk günlerinde Van’da Ermenilerin devriye gezen Türk askerlerine ateş açtıklarını İngiliz Başkonsolosu Williams raporunda anlattıktan sonra Ermenilerin bu tutumlarının son derece yanlış olduğunu kendilerine çok defa söylediğini yazmıştır.[28]

3 Haziran’da başlayan olaylar 4 Haziran’da hız kazanmış ve 6 Haziran 1896 Cuma sabahı erken saatlerde silahlı Ermeniler tarafından isyan şiddetlenmiştir.

6 Haziran gününü İngiliz Konsolos Williams, raporunda şöyle anlatmıştır:

6 Haziran’da Amerikan misyoneri Dr. Regnault ile birlikte asilerin savunduğu iki yeri gördüm. Korunma usulleri beni şaşırttı. Kendileri, İran’dan yardım kuvvetleri gelinceye kadar on gün dayanacaklarını söylediler. Bunlar arasında Amerika, Rus, Bulgar tabiyetinde olanları da vardı. Asilerin toplamı da (600)’e çıkar.[29]

8 Haziran günü şiddetlenen çarpışmalar, 10 Haziran ile 16 Haziran arasında Ermenilerin vur kaç taktikleriyle veya mazgallardan Türklere açtıkları ateşlerle sürmüştür.

Hükümet, bütün bunlara rağmen sağduyusunu korumaya çalışmış, Ermenilerin teslim olmalarını istemiş ve bunun için Van’da bulunan konsolosluklara müracaat etmiş, Ermeni temsilcilerin, isyancıların, teslim oldukları takdirde Van kalesinde muhafaza edileceklerini söylemiştir. Ayrıca, bunlar hakkında bir karar verilinceye kadar yabancı mümessillerin kontrolünde olmalarını ve afları için tavassutlarını teklif eden Van Valisi Nazım Paşa başta olmak üzere Sadettin Paşa, Şemsettin Paşa ve Van Vali vekili C. Melik imzalı bir beyannameyi konsoloslara iletmişlerdir. Konuyla ilgili olarak konsoloslar Hükümetin bu ılımlı yaklaşımını uzlaşıcı görmüşler ve bu şartlarda Ermenilerin silahlarını bırakması gereği üzerinde bir karara vararak durumu Ermeni çetecilere bir mektupla bildirmişlerdir.[30]

Sadettin Paşa, 23 Temmuz 1896 tarihli raporunda, konsoloslar tarafından yapılan bu ılımlı teklife rağmen isyancıların silah bırakmadıklarını, tavsiye ve nasihatleri kabul etmediklerini bildirmiştir.[31]

İsyan, 10 Eylül 1896’da tekrar başlamış[32], 14 –15 Eylül’de evlere sığınan Ermeni isyancılarla çatışmalar devam etmiştir.

Yaklaşık beş ay süren bu isyan, Ekim ayı sonlarında büyük oranda bastırılabilmiştir. Ancak tam anlamıyla bitirilmiştir de denilemez, çünkü 1897 yılında da devam etmiştir. Hariciye Nezaretinin 10 Ağustos 1987 tarihli dış temsilciliklere gönderdiği telgrafta: “ ...Ayın 7’sinde Ermeni çeteleri Haydıranlı ve Mazkiri aşiretlerine saldırmış ve çok vahşiyane hareketlerde bulunmuşlardır, 116 kadın ve çocuğu öldürmüşlerdir. Takip edilen âsîler İran’a kaçmış olup hudut bölgelerinde gerekli tedbirler alınmıştır” diyerek bilgi vermiştir.[33]

Birinci Van isyanında umduklarını bulamayan ve başarısızlığa uğrayan Ermeniler bu defa propaganda yoluyla Şemsi Paşa’nın kendilerine işkence yaptığı yaygarasını yapmaya başlamışlardır.[34]

2. 2. İkinci Van İsyanı (1915)

Osmanlı Devleti Birinci Dünya Savaşı’na Almanya’nın müttefiki olarak girmiş ve 3 Ağustos 1914’te seferberlik ilan etmiştir. Seferberliğin ilanından yaklaşık 27 gün sonra yani 30 Ağustos 1914 tarihinde Zeytunlu Ermeniler Osmanlı bayrağı altında savaşmayı reddederek kendi subaylarının yönetiminde bir “Zeytun Fedayi Alayı” kurarak resmen isyan etmişlerdir.[35]

Osmanlı Devleti henüz savaşa girmeden önce Rus-Ermeni yakınlaşması hakkında bilgi sahibi olmuştur. Alman Yarbaylarından Guze de Türkiye’deki Ermenilerin, Türkiye aleyhine taşıdıkları zararlı fikirleri, Rusların ilerlemeleri halinde eyleme dönüştürecekleri ve ayaklanacaklarının bilindiğini yazmıştır.[36] Bu amaçla, 19 Temmuz 1914 tarihli Rusların Kafkasya Ermenileri aracılığıyla yapmakta olduğu kışkırtmalara karşı alınacak önlemleri belirten 3.Ordu Komutanlığı emri çıkartılmıştır.[37]

Emirde, Rusların Kafkasya’daki Ermeniler vasıtasıyla Türkiye’de bulunan Ermenileri teşkilatlandırıp Osmanlı Devletinden zaptedecekleri yerleri Ermenilere vererek istiklâllerini temin vaadiyle teşvik ettikleri, daha da ileri giderek bölgede yaşayan köylülerin giymiş oldukları kıyafetleri giyerek Ermenilerin yaşadıkları köylere silah ve cephane soktukları ve hatta Rus Generallerinden Loris Melikof’un oğlunun bu maksatla Van’a gittiği haberi alınmış olduğu ve bunun için gerekli tedbirlerin alınması gereği bildirilmiştir.[38]

6 Eylül 1914’te Başkomutanlık tarafından 3. Ordu Komutanlığına gönderilen mesajda, Van’daki Ermenilerle Rusların haberleştiklerinin istihbar edildiği bildirilmiştir.[39]

Benzer bir telgraf 14 Eylül’de Erzurum Vali Vekili Defterdar Cemal Bey tarafından 3. Ordu Komutanlığına çekilmiştir.[40] Telgrafta, “Rus Hükümetinin Kafkasya’daki Ermenilere görülmedik derecede güvendikleri, onları kendi tarafına çekip Doğu Anadolu’da istedikleri anda isyan çıkartarak iç işlerimize karışmaya çalışacakları...”[41] ifade edilmiştir.

18 Eylül 1914 tarihli Bitlis Valisi Mustafa Bey’den 3. Ordu Komutanlığına çekilmiş olan şifreli telgrafta: “Seferberlikten sonra bu bölgedeki Ermeniler, komitelerin talimatlarına göre Kafkasya Ermenileriyle birleşerek Rus Ordusunun harekatını kolaylaştırmaya karar vermişlerdir.”[42] denilmiştir.

14 Ekim 1914’te Beyazıt Mutasarrıfı’nın Dahiliye Nezaretine gönderdiği mesajda ise 26 Eylül’de Van, Muş, Bitlis ve Kars’da Ermeni gönüllülerinin toplanarak saldırı hazırlıklarında bulunduklarını, hatta içlerinden birkaçının Van’a gittiklerini bildirmiştir.[43]

Kasım ayı içerisinde artık Osmanlı Devleti sıcak savaşın içerisindedir.

29 Kasım 1914’te Van’da büyük bir isyan çıkacağının haberini Jandarma Tümen Komutanı Kâzım Bey, yakalanan iki casusun ifadelerine dayanarak Başkomutanlığa bildirmiştir. Telgrafında Kâzım Bey: “Derdest edilen iki casusun ifadesinden bu günlerde Van’da ve vilayet dahilinde kıyam olacağı anlaşılmıştır. Ahvalde bunu gösteriyor.”[44] diyerek eğer böyle bir kıyam olursa müşkül bir vaziyette kalınacağını bildirmiştir.[45] Bir gün sonrasında ise, Van Valisi Cevdet Bey, Rus kuvvetlerinin Kotur’dan Van’a doğru ilerlediklerini, Ermenilerin Van’da herhangi bir olay çıkarmamalarına çalıştığını bildiren telgrafı çekmiştir.[46] Van’dan 2 Aralık tarihinde çekilen diğer bir telgrafta ise, Ermeni erlerden firariler olduğu ve bunların Rusların tarafına geçtiğini haber vermiş 4 Aralık 1914 tarihli Van seyyar Jandarma Tümen Komutanı Kâzım Bey’in bir diğer telgrafında ise düşmanın bölgede ele geçirdiği yerlerde Müslüman ahalinin elindeki silahları alıp Ermenilere verdiği ve Ermenilerden kıtalar oluşturduğu bildirilmiştir.[47]

2. 3. İsyanın Başlaması ve Gelişmesi

Henüz isyan başlamadan Van’ın içine doğru çevre köylerde bulunan Ermeniler, kafileler halinde yerleşmeye başlamışlardır. Seferberliğin ilanıyla birlikte askere çağrılan Ermeniler de firar ederek birçoğu Van’a gizlice gelmişlerdir. Bu durum hükümetin de gözünden kaçmamıştır. Vali Cevdet Bey, Ermeni komite reislerine bu göçün nedenini sorduğunda “Köylerde geçim daraldı, akrabalarımızın yanına göç etmeye mecbur kaldık” gibi bahaneler ileri sürerek cevap vermişlerdir.[48]

Ekim ayına kadar Van ve çevresindeki bütün gençler askere gitmişlerdir. Van’da yaşlı, kadın ve çocuklardan başka kimse kalmamıştır. Ekim ayının bu günlerindeki en üzücü haberlerden birisi Harput’ta bulunan kolordunun Erzurum’a doğru hareket ettiği haberinin duyulması olmuştur. Bu haberden birkaç gün önce bu kolorduya bağlı tümenlerden birinin Muş, diğerinin de Elazığ’dan yola çıktığı haber alınmıştır. Kolorduya bağlı Van’da bulunan Üçüncü Tümenin de Van’dan ayrılacağı haberi duyulmuştur.[49]

Elde edilen istihbaratta, şehirde silahlı 30-40 bin silahlı Ermeni olduğu ve Rusların Van’ı işgalini bekledikleri bilinmekteydi. Hatta Ermeniler, bunun için Van’ın çevresinde tedhiş faaliyetlerine başlamışlardı.

15 Aralık 1914 tarihli Dahiliye Nezaretinden Van Valisine gönderilen telgrafta, Reşadiye ve Karçıkan telgraf hatlarının bazı kısımlarının Ermenilerce tahrip edildiğini ve bunlarla çatışmaya girildiği ve bu konuda bilgi gönderilmesi istenmiştir.[50]

Bu arada Van’ın çeşitli köy ve kasabalarında Ermenilerin isyan halinde oldukları haberleri Van’a gelmeye başlamıştır.

Van Jandarma Tümen Komutanlığının 16 Mart tarihli telgrafında , Van Vilayetinin Şatak kazasında Ermenilerin jandarma karakoluna ve erlerine saldırdıkları ve telgraf hatlarını kestikleri bildirilmiştir. Van Valisi, 20 Mart’ta (1915) artık vilayetin her tarafında çarpışmaların olduğunu ve gittikçe şiddetlendiğini bildiren haberi Başkomutanlığa iletmiştir.[51]

Böylece Van isyanı bütün şiddetiyle başlamıştır. Gerçekte bu isyan, yukarıda da anlatıldığı gibi, birkaç ay içerisinde olgunlaşan ve patlak veren bir hadise değildir.

Van Valisi Cevdet Bey’in Dahiliye Nezâreti’ne çekmiş olduğu 23 Mart 1915 tarihli telgrafında, Van’ın çevresinde bulunan bir çok köye Ermenilerin saldırılar düzenlediğini, bu saldırılara önlem olmak için kırk kişilik iki müfreze gönderdiğini, bunlara 70-80 kadar daha milis’in katıldığını ancak yine de yardıma ihtiyaçları olduğu ve gerekli yardımın yapılacağını bildirmiştir.[52]

Van Valisi Cevdet Bey’in 11 Nisan 1915 tarihli Van’dan çektiği diğer bir telgrafta: “ Van’a gizlice 4000 kadar Ermeni çetecinin getirildiği ve bölgedeki Ermenilerin köyleri basmaya, yakıp yıkmaya, kadın, çocuk ve ihtiyarları yersiz yurtsuz bırakmaya başladılar.” şeklinde bilgi verilmekteydi.[53]

Nitekim, 15 Nisan 1915 günü Van’da başlayan Ermeni isyanını[54]Rus General Maslofski, Van mıntıkasında durumun karışık bir hal aldığını ve bölge de bulunan Ermenilerin Türklere yönelik katliam hareketlerinde bulunduklarını yazmıştır.[55]

Erzurum’dan Van’a doğru yola çıkan Rafael de Nögalis, genel durumu ve Van isyanını yazmış olduğu hatıratında şöyle anlatmıştır:

Harp ilânı başladıktan hemen sonra Erzurum meb’usu Pastırmaciyan 3. Ordudaki bütün Ermeni zabitan ve neferleriyle Rus tarafına geçmiş ve Müslüman köyler ahalisini bilârahmü şefkat yakmak, katletmek için Ruslarla birlikte Türk arazisine girmişti.[56]

Ermeniler tabancalarıyla iyi silahlandırılmışlardı; bu tabancalarla kısa mesafelerde iyi netice istihsal ediyorlardı, adeta makinalı tüfek gibi.[57]

Buraya geldiğim gün Van muhasarası başlamıştı. Aram Pş. maiyetindeki Ermenilerin miktarı Mis Knapp ve Mösyü Ruşduni (Ruschduni) tarafından vaki olan neşriyata göre 30.000 ve daha fazla tahmin edilmektedir. Şehri ihata eden surlar ve Aykestan (Aikesdan) yani Bağlar Mahallesi Ermenilerin elinde idi. Biz de kaleye ve şehir civarına hâkim idik, buralarda demir bir çember vüruda getirmiştik; bu çember her gün yaptığımız ilerleme nispetinde darlaşıyordu. Van’ın muhasarası esnasında yapılan muharebeler gibi şiddetli muharebeleri nadiren görmüştüm. Dar bir saha dahilinde bilâ fasılıa çarpışılıyordu. Ekseriya bir tuğla duvar bizi düşmandan ayırıyordu. Hiçbir taraf, Hıristiyan, İslâm birbirinden af talebinde bulunmuyordu...[58]

“Modern topçu olarak emrimizde birkaç sahra topu vardı; bunlardan iki buçuk batarya mantelli, birkaç düzine, yuvarlak mermi atan, eski toplardan vardı.[59]

Van’daki mevcutları 30-40.000 civarında olan Ermenilerin elinde binlerce mavzer tabancasından başka çok miktarda filinta ve tüfekte vardı, bunları seneler boyunca satın almışlar ve depolamışlardı. Hatta Ermenilerde, bize çok zaiyat verdiren, el bombası da mebzulen mevcuttu.

“Biz filhakika kaleye sahip idik; fakat topçumuzun şehre karşı istimali hemen hemen mümkün değildi. Her taraftan vaziyet Ermeniler için daha müsaitti; hele sayı olarak üstünlük tamamıyla Ermeniler tarafında idi. Kendileri tarafından da açıklandığına göre Ermenilerin kuvveti yukarıda da zikredildiği gibi 30.000’den fazla idi, tabi buna her gün çeşitli köy ve kasabalardan Van’a akın akın gelenlerin miktarı dahil değildir.[60]

...Ermeniler kitle halinde Yedikilise manastırı etrafında toplanmışlardı; geri çekilmemiz halinde toplanan bu Ermeniler, bizim için hakiki tehlike teşkil ederdi. Bu sebeple Erzurum jandarma taburuna, Ermenileri bulundukları yerden dağıtmak vazifesi verildi. Ermeniler böyle bir taarruzu hiç beklemiyorlardı; bu tarihi binayı, binlerce senelik kütüphanesiyle birlikte Türklerin eline düşmemesi için derhal ateşlediler.”

20 Nisan 1915’de Van’daki Osmanlı Bankasını, Duyun-u Umumiye binasını ve Postaneyi yakan Ermeniler, bununla da yetinmemiş ve Müslüman mahallelerini ateşe vermişlerdir.[61] Gittikçe büyüyen isyan hakkında Cevdet Bey aynı gün (20 Nisan 1915) tarihli şifreli telgrafında, şehirde çarpışmaların bütün şiddetiyle sürdüğünü, çoğu asker olan isyancıların planlı ve organize şekilde hareket ettiklerini bildirmiştir.[62]

2. 4. Rusların Van’ı İşgali

Van’da cereyan eden şiddetli çarpışmalarda karşılıklı kayıplar verilmiştir. Bir gece yüz kişilik bir Ermeni çetesi kaleye tırmanarak Türk topçularını öldürmüş ve kaledeki topu tahrip etmişlerdir. Ermenilere karşı yapılan taarruzlarda binlerce Türk şehit edilmiştir öyle ki şehirde eli silah tutanların sayısı iki bine düşmüştür.[63]

Rusların Van’a 15 Mayıs’ta girecekleri hesaplanmıştı. Bu yüzden Vali Cevdet Bey, göç etme imkanı olmayanların emniyetini sağlamak ve Ermeni saldırılarından korumak için ilk etapta Ruslarla görüşmeler yapmış ise de bundan bir sonuç alamamıştır. Zira Rus ordusu Muradiye üzerinden Van’a doğru ilerlerken Müslümanları kılıçtan geçirmeye, Ermenilerden daha zalim ve insafsız katliamlara başlamışlardı. Bu katliamlardan ka

Hiç yorum yok:

Göktürk devleti makale

Göktürk devleti makale Göktürk Devleti, Orta Asya'da kurulan Türklerin ilk devletidir. Devletin kuruluşu, Orhun Anıtları'nda kayded...