19 Nisan 2008 Cumartesi

Kütüphane haftası







( Mart ayının son Pazartesi günü başlar )

Kitabın yararlarının anlaşılması ve sayılarının çoğalması sonucu kitap­lıklar oluştu. Kitaplıkların gelişmesi ile kütüphaneler meydana geldi. Herkesin yararlanması okuması, başvurması için kurulan, içinde kitaplar bulunan binaya kütüphane denir.

Millî Eğitim Bakanlığı, Mart ayının son pazartesi günü başlayan hafta­nın Kütüphane Haftası olarak değerlendirilmesini kararlaştırmıştır. Hafta süresince kütüphanenin önemi anlatılır. Kütüphaneciliğin sorunları kamu oyuna duyurulur. Halk, kütüphanelerin gelişmesi için bilinçlendirilir. Okullarımızda kütüphanenin yararlarından söz edilir. Kütüphanelerde uyulması gerekli kurallar öğretilir.

Kütüphaneler eski çağlardan beri insanlığın hizmetindedir. Eldeki bilgilere göre ilk kütüphane, Asurlular zamanında kurulmuştur. Osmanlı imparatorluğu döneminde de kitaba ve kütüphaneye önem verilirdi. O dönemden zamanımıza kadar gelen büyük kütüphaneler vardır.

Yurdumuzun belli başlı büyük kütüphaneleri şunlardır : İstanbul’da Süleymaniye ve Beyazıt Devlet Kütüphaneleri. Ankara'da Millî Kütüphane, Millet Meclisi Kütüphanesi, Orta Doğu Teknik Üniversitesi Kütüphane­leridir. Bunlardan Millî Kütüphane, 15 Nisan 1946 tarihinde kuruldu. Açılış tarihinde içinde iki kitap bulunan bu kütüphanemizde bugün 620 bin kitap vardır. Kütüphanelerimizdeki kitap sayısı yaklaşık 6 milyon kadardır.

Kütüphanelerde, kitapların korunması, kitapların sınıflandırılması ve okuyucuya kitap verilmesi için uzman memurlar bulunur. Bu memurlara kütüphaneci denir. Kütüphanecilik özel bir eğitimi ve öğretimi gerektiren bir meslektir. Bu amaçla üniversitelerimizde kütüphanecilik bölümleri açıl­mıştır. Bu bölümlerde öğrenimlerini tamamlayanlar kütüphanelerde görev yaparlar.

Yaşadığımız yüzyıl bilgi, ilerleme dönemidir. Kitaplar bilime giden yoldur. Çağımızın buluşlarını kitap, dergi gazete gibi yayın organlarından izleriz. Okuduğumuz kitaplar, dergiler, gazeteler bilgilerimizi artırır. Bizi dünyadaki gelişmelerden, değişmelerden haberdar eder. Kitaplar sevgili dostlarımızdır. Kitaplıklar, kütüphaneler kitapların bir arada bulunduğu yerlerdir.

Bulunduğumuz yerdeki kütüphanelerden yararlanalım. Kütüphanelerin zenginleşmesi için kitap armağan edelim. Kitapların korunduğu, yerleştirildiği kitaplığı, kütüphaneyi temiz tutalım. Okuma salonlarında kimseyi rahatsız etmeyelim.

KÜTÜPHANEDE UYULMASİ GEREKEN KURALLAR :

1. Kütüphaneye ayakkabılar paspasa silinerek girilmelidir.

2. Palto, pardösü, manto v. b. vestiyere bırakılmalıdır.

3. Kimlik, ilgili memura istemeden teslim edilmelidir.

4. Kütüphaneden alınacak kitabın nasıl aranacağı bilinmiyorsa ilgili memurlardan sorulmalıdır. Açıklamaları, dikkatle dinlemelidir.

5. İstenen kitap için fış doldurulmalıdır.

6. Yerimize oturup kitabın gelmesi beklenmelidir.

7. Okuma salonunda kimse rahatsız edilmemelidir.

8. Kitap sayfaları sessiz çevrilmelidir.

9. Kütüphane salonunda sessiz yürünmelidir.

10. Kitapların kapağı, sayfaları çizilmemeli, yırtılmamalıdır.

11. Kütüphanenin okuma salonunda hiçbir şekilde sigara içilmemeli­dir, sakız çiğnenmemelidir.

OKUMA KİTAPLARIM

Bu yazıda ünlü ozanlarımızdan Z. Osman Saba

kitapları hakkında duygu ve düşüncelerini anlatıyor.

Sevgili okuma kitaplarım. O kitaplar aylara bölünmüştü. Kış aylarına düşen parçalarda kış resimleri vardı. Sonra, o resimler gittikçe değişirdi. Dallar, yavaş yavaş tomurcuklanır, ağaçlar çiçek açardı. Paltolu çocuklar, paltolarını çıkarmaya başlardı. O resimler böylelikle, bizlere de tatilin yaklaşmakta olduğunu hatırlatırdı.

Bazen kitapların son sayfasını açardım. Orada bir kelebek veya çiçekli dala konmuş bir kuş resmine dalar giderdim. Bu sayfalara ne zaman gelece­ğiz? Bu sayfaları okuyacağımız günlere ne zaman kavuşacağız, diye düşünür dururdum. Oysa daha okulda yılın yarısına bile ulaşmamıştık. Sınıfımızın camlarını sert yağmurlu kış rüzgarları sarsıyordu. Böyleyken ben kitaplardaki o resimlere baktıkça yaz tatilinin hayallerine kapılmaktan kendimi alamazdım.

Neler düşünürdüm neler ... Sınavların başlayacağı günleri düşlerdim. Okuma dersinden hiç korkulur mu? Güzel bir Mayıs günü, sınav odasına girecektim. Öğretmenim beni güler yüzle karşılayacaktı. Önüme çıkan parça­yı okuyacaktım. Ben okurken dışardan kuşlar ötüşecek yeni yapraklanmış ağaçların sallandıkları görünecekti.

Bahar yemişlerini satan satıcıların sesleri, çağrışmaları duyulacaktı. Öğretmenlerim okuduğum parça ile ilgili sorular soracaklar, ben hemen cevapları verecektim. Sonra «yeter» diyecekler, sınav odasından uçar gibi çıkacaktım. Okuma kitaplarındaki son parçalara baktıkça bunları düşünür­düm.

Dost okuma kitaplarım. Onlarda neler yoktu? Kısa pantolonları diz kapakları örtecek şekilde biraz geçen saçları düzgünce taranmış güler yüzlü çocuk resimleri vardı. O kitaplarda temiz giyimli köylüler, babalar, analar vardı. Bu insanların güzel resimleriyle doluydu, okuma kitaplarım. Bu resimlerdeki insanlar güzel bir dünyanın insanlarıydı. Kötülük bilmezlerdi, iyilik­ten başka bir şey düşünmezlerdi.

«Bizim gibi olun, iyilikten başka bir şey düşünmeyin» derdi.

Bu unutamadığım eski okuma kitaplarından bugün bir tanesi bile yok. Onların şimdi hayalimdeki yapraklarım çevirirken yine de onları eskitmemek istiyorum. Onlardan ezberimde kalan parçaları yer yer okuyorum. Bu yüzden yangında yanmış kitaplar gibi sayfaların çoğu eksik.

Sevgili dost okuma kitaplarım, sizleri zamanla bu kadar özleyeceğimi hiç bilmezdim. Böyle olacağını bilseydim, birkaçınızı olsun öbür kitaplarımın yanında saklamaz olur muydum?

Ziya Osman SABA

KÜTÜPHANE

Bir yapıya konmayan taşları ben taş saymam

Kitaba eğilmeyen başları ben baş saymam

Okumadan yazmadan geçen ömrü yaş saymam.

Çok okuyan çok bilir yarını parlak olur

Okuyanın yarını alnı gibi ak olur.

Kitaplar geleceğin ışıklı bir yoludur

Kitaplar yükselişin kanadıdır koludur

Evrenden habersizdir kitapsız kalan insan.

Çok okuyan çok bilir yarını parlak olur

Okuyanın yarını alnı gibi ak olur.

Çölde kalan yolcular bulutlara tas tutar

Bilimle beslenmeyen inanışlar pas tutar

Yavrusu okumayan uluslar yas tutar.

Çok okuyan çok bilir yarını parlak olur

Okuyanın yarını alnı gibi ak olur.

Hasan TURAN

GÜZEL SÖZLER

· Bilgin unutmuş, kitap unutmamış.

· Günümüzün gerçek üniversitesi zengin kütüphanelerdir.

· Parayı kasa, bilgileri kütüphane saklar.

19/4/2008

Dünya Çevre Günü

DÜNYA ÇEVRE GÜNÜ

( 5 Haziran )

ÇEVRE KORUMA HAFTASI

( 5 – 11 Haziran )

İnsanların sürekli yaşadıkları yere çevre denir. Dağlar, ovalar, çayırlar, ormanlar, göller, denizler, ırmaklar, doğal çevreyi oluşturur.

Doğal Çevrenin korunması amacı ile 1972 yılında İsveç'in Stockholm kentinde Birleşmiş Milletler Çevre Konferansı toplandı. Bu toplantıda çevre sorunları ele alındı. Çevre kirlenmesine karşı üye ülkeler ortak çözüm yolları aradılar. Birleşmiş Milletler Çevre Konferansında 5 Haziran gününün Dünya Çevre Günü olması kararlaştırıldı. Her yıl Birleşmiş Milletler'e üye ülkelerde 5 Haziran Dünya Çevre Günü olarak değerlendirilir.

Ülkemizde bu amaçla 1978 yılında Türkiye Çevre Sorunları Vakfı, daha sonra Çevre Müsteşarlığı kuruldu. Başbakanlığa bağlı Çevre Müsteşarlığı 5-11 Haziran tarihleri arasını Çevre Koruma Haftası olarak kabul etti. Çevre Koruma Haftasında okullarda öğrencilere doğal çevrenin korunması gereği öğretilir. Hafta boyunca radyo ve televizyonda halka çevre kirlenmesi ile ilgili bilgiler verilir. Alınması gerekli önlemler anlatılır. Gazete ve dergilerde doğal çevrenin korunmasına ilişkin yazılara yer verilir.

Doğal çevrenin kirlenmesi bütün ülkelerin ortak sorunudur. Çevre kirlenmesi hepimizin günlük yaşayışını etkileyen bir olaydır. Uygarlığın gelişmesi, endüstrileşme sonucu fabrikalarda insan gücüne gereksinme arttı. Kırlarda, köylerde, doğal çevrede yaşayan insanlar kentlere göçtü. Kent nüfusu önemli ölçüde çoğaldı. Kentlerde nüfusun artışı ve endüstrileşme ile birlikte çevre sorunları ortaya çıktı. Bu sorunun en önemlisi çevre kirlenmesidir.

Başlıca çevre sorunları su, hava ve toprak kirlenmesidir.

Su kirlenmesi ile deniz hayvanlarının yaşam ortamları bozulur. Kirli sularda avlanan balık ve öteki deniz ürünlerini yemeyelim. Böyle sularda yüzmeyelim.

Hava kirliliği daha çok yakıtların gereği gibi yakılmaması sonucu ortaya çıkar. Kirli hava solunuma elverişsiz havadır. Kirli hava solunum yolları hastalıklarını artırır. Solunum organlarımızı yorar. Hava kirliliği ölümlere bile sebep olur.

Toprak kirlenmesi; çeşitli ilaç ve gübrelerle toprağın tarıma elveriş­siz duruma gelmesidir. Çiftçilerimiz; tarlada kullanacakları ilaç ve gübre çeşidini ziraat mühendislerine, teknisyenlerine sormalıdır. Hangi gübrenin hangi cins topraklarda yararlı olacağı bilinmektedir. Bu nedenle; ilgili uzmana danışmaksızın ilaç ve gübre kullanılmamalı. Toprak kirlenmesi toprağın verimini azaltır. Bitki hastalıklarını çoğaltır.

Bugün pek çok ilimiz çevre sorunları ile karşı karşıyadır. Örneğin Ankara'da hava, İstanbul'da su. Mersin ve Adana'da toprak kirlenmesi birer çevre sorunudur.

DOĞAL ÇEVRENİN KORUNMASİ İÇİN ALINACAK ÖNLEMLER

Doğal çevrenin korunması : Bu konuda alınabilecek belli başlı önlemler şunlardır:

  • Akar ve durgun sular, insan ve hayvan artıkları ile kirletilmemeli,
  • Biriken çöpler hemen kaldırılmalı,
  • Zararlı hayvanların, böceklerin özellikle, karasinek ve sivrisinekle­rin üreyip çoğalmaları engellenmeli,
  • Kanalizasyon borularındaki patlamalar hemen ilgililere bildirilme­li.
  • Yakıtların tam yakılması sağlanmalıdır. Böylece hem enerji kaybı, hem de hava kirliliği önlenmiş olur.

Doğal çevrenin kirletilmesi yasalarımıza göre suçtur. Bu suçu işleyenlere para ve hapis cezaları verilir.

Doğal çevre bizim çevremizdir. Biz doğayı korudukça doğa da bizleri korur. Havaya, suya, toprağa karışan kimyasal artıklar doğayı etkiliyor. Bu artıkların çoğalması insan sağlığını bozuyor. Kısaca çevre sorunları, sağlımızla yakından ilgili bir konudur.

Bulunduğumuz yeri kirletmeyelim. Doğal çevrenin güzelliklerini korumak hepimizin görevidir. Bu konuda girişilen çalışma ve çabalara katılalım. Soluduğumuz havanın, içtiğimiz ve kullandığımız suların, bulunduğu­muz yerin temiz olmasını istiyorsak çevre kirlenmesine engel olalım. Sağlımıza uygun bir çevrede yaşamak için doğal çevremizi koruyalım.

ÇEVREMİZ

Çöplerimiz birikmesin

Sularımız kirlenmesin

Yakıtımız tam yakılsın

Temiz olsun her şeyimiz.

Oynayalım hep coşalım

Bu yurdu temiz tutalım

Sokağımızla caddemiz

Köyümüzle, kentimiz

Temiz olsun hep çevremiz

Güzel olsun hep yöremiz.

Oynayalım hep coşalım

Bu yurdu temiz tutalım

Yaylada ovada dağda

Pırıl pınl bir doğada

Oynayalım hep coşalım

Bu yurdu temiz tutalım.

Erol YAVUZ

BİR YER DÜŞÜNÜYORUM

Bir yer düşünüyorum, yemyeşil,

Bilmem, neresinde yurdun?

Bir ev, günlük güneşlik,

Çiçekler içinde memnun.

Bahçe kapısına varmadan daha,

Baygın kokusu ıhlamurun,

Gölgesinde bir sıra, der gibi;

— Oturun!

Haydi çocuklar haydi,

Salıncakları kurun!

Başka dallarsa, eğilmiş;

— Yemişlerimizden buyurun!

Rüzgar esmez, konuşur;

— Uçurtmalar uçun, çamaşırlar kuruyun.

Mutlu olun, yaşayın,

Ana, baba evlat, torun.

Z. Osman SABA

GÜZEL SÖZLER

· Biz doğayı korudukça doğa da bizi korur.

· Herkes sağlıklı, dengeli bir doğal çevrede yaşamak hakkına sahip­tir.

· Çevre kirliliği, her anımızı etkileyen sağlıklı bir yaşam konusudur.

· Sağlıklı yaşam, sağlıklı çevre ile olur.

· Yarının doğası bugünden yaratılır.

19/4/2008

Dünya Gıda Günü

DÜNYA GIDA GÜNÜ

( 16 Ekim )

Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) 16 Ekim'i Dünya Gıda Günü olarak kabul etti. Dünya Gıda Günü'nde Birleşmiş Milletlere üye ülkelerde açlık, gıda üretimi ve tüketimi gibi konular incelenir. Beslenme üzerinde durulur. Ülkemizde her yıl 16 Ekim günü gazete ve dergilerde konuya ilişkin yazılar yayınlanır. Radyo ve televizyonda konuşmalar yapılır. Okullarımızda beslenmenin, dengeli beslenmenin önem ve gereği anlatılır.

Beslenmek için aldığımız ; hayvansal, bitkisel, madensel maddelere besin denir. Dünyada üretilen gıda maddeleri artan nüfusa yeterli olmamaktadır. Besin maddeleri üretiminin az olduğu yoksul ülkelerde açlık ve yetersiz beslenme sorunu vardır. Açlık, yetersiz beslenme, bedenin gerekli ölçü ve türde besin alamamasıdır. Açlık ve yetersiz beslenme konusu tüm ulusların ortak sorunudur. Bu soruna dikkati çekmek, çözüm yolları bulmak amacı ile her yıl Birleşmiş Milletler'e üye tüm ülkelerde toplantılar düzenlenir. Toplantılardaki araştırma ve inceleme sonuçları dünya kamu oyuna duyurulur.

Yetersiz ve dengesiz beslenme sorunlarının nedenleri, besin üretim ve dağılımının yetersizliği, bilgisizlik, hızlı nüfus artışı, ekonomik güçsüzlük ve çevre sağlığının bozulmasıdır. Yapılan hesaplara göre dünyada yaklaşık 450 milyon insan yetersiz beslenmektedir. Sadece bu sayı bile dünyamızın en büyük ve en önemli sorununun açlık olduğunu gösteriyor. Dünyanın pek çok yerinde insanlar, açlıktan ölmekte, iyi beslenemedikleri için hasta olmaktadırlar.

Ülkemizde besin üretimi, artan nüfusun gereksinmesini karşılamaktadır. Besin tüketimimiz ile üretimimiz arasında bir denge vardır. Türkiye, yeryüzünde besin maddeleri üretiminde kendi kendine yeterli yedi ülkeden biridir. Ancak yurdumuzda üretilen besin maddeleri iyi değerlendirilmiyor. Besin maddelerinden gereği gibi yararlanılmıyor. Üretilen besinler ülkemizde düzenli olarak dağıtılamıyor.

Halkımızın iyi ve yeterli besin alması amacıyla Milli Gıda Yüksek Kurulu adında bir örgüt kurulmuştur.

Kurulun başlıca görevleri şöyle belirlenmiştir. :

· Besin maddelerinin üretim ve tüketim sorunlarını araştırmak.

· Beslenme sorunlarının çözümleri için öneriler saptamak.

· Konuya ilişkin yasal düzenlemeleri incelemek.

Büyük kentlerimizde yapılan bir araştırma sonucuna göre besin maddelerinin onda biri çöplüklere atılmaktadır. Atılan besin maddelerinin başında genelde tahıl ürünleri gelmektedir. Bu savurganlığın önlenmesi için üstümüze düşen görevleri yapmalı, savurganlığın bu türüne de karşı çıkmalıyız. Yakınlarımızı bu konuda sürekli uyaralım.

Başlıca besinlerimiz sebze, meyve, et, ekmek, yağ, tuz, süt, su, yumurtadır. Besinlerin bir bölümü vücudumuz için gerekli olan ısı ve enerjiyi sağlar. Bunlar şekerli maddeler ve yağlardır. Bir bölümü organlarımızı onarır, büyümemizi etkiler. Bunlar süt, yumurta, baklagiller gibi proteinlerdir. Vitaminler ise vücudumuzu hastalıklardan korur. Vitaminler daha çok meyve ve sebzelerde bulunur.

BESLENME KURALLARI

En iyi beslenme, dengeli beslenmedir. Dengeli beslenme vücudumuza gerekli yiyecek ve içeceklerin yeterli ölçüde ve türde alınmasıdır. İnsanlar ne çok, ne az yemeli, yeteri kadar besin almalıdır.

Aşağıda sıralanan beslenme kurallarını titizlikle uygularsak beslenmeden beklenen yararı sağlamış oluruz.

1. Yararlı değişik besinler almalıyız. Vücudumuz için yararlı olmayan besinleri almaktan kaçınmalıyız. Aldığımız besinlerin değişik besin olmasına özen göstermeliyiz. Yiyeceklerimizi temiz, taze ve bize en çok yararlı olanlar arasından seçmeliyiz. Sokaklarda üstü açık, temizlik kurallarına uyulmadan hazırlanan ve satılan yiyecekleri almamalıyız.

2. Beslenmemiz belirli bir düzen içinde olmalıdır. Sabah kahvaltısı, öğle ve akşam yemekleri belirli saatlerde, düzenli olarak yenmelidir. Özellikle sabah kahvaltısı unutulmamalı, günlük çalışmamızın verimli olması için sabah kahvaltısına ayrı bir özen gösterilmelidir.

Yiyecekler arasından sevip sevmeme ayrımı yapılmamalıdır.

3. Lokmaları iyice çiğnedikten sonra yutmalıyız. Çiğnenmeden yutulan lokmalar sindirim organlarından mideyi yorar. İyi sindirilmez. Beslenmeden beklenen yararlar da sağlanmamış olur.

4. Yemekten sonra dişlerimizi fırçalamalıyız. Böylelikle diş etlerine daha çok kan gelmesi, dişlerin beslenmesi, dişlerin çürümesinin önlenmesi, canlı tutulması sağlanır.

SOFRADA NELERE DİKKAT ETMELİYİZ

· Sofraya oturmadan önce ellerimizi yıkamalıyız.

· Evimizde, okulumuzda beslenme saatinde, konuk olduğumuz evde, lokantada başkalarının iştahını kaçırıcı söz ve davranışlardan kaçınmalıyız.

· Sofraya birlikte oturmalıyız, yemeğe birlikte başlamalıyız.

· Yemek yerken lokmaları ağzımız kapalı çiğnemeliyiz.

· Lokmaları iyice çiğnedikten sonra yutmalıyız.

· Yiyecekleri dişimizle değil, bıçakla kesmeliyiz.

· Yemeğin sonunda yemeği hazırlayanlara teşekkür etmeliyiz.

PAZAR YERİ

Maydanozlar, naneler,

Ayvalar, kestaneler,

Sırt sırta vermiş gibi,

Pazarı kaplamışlar.

Şu pırasa, havuca,

Ispanaklara bakın.

Şu iri elmalarda,

Al yanaklara bakın.

Bakın şu lahanaya,

Bakın şu kerevize.

Hepsi de ayrı, ayrı,

Nasıl gülüyor bize.

Tahsin BİLENGİLİN

ELMA ŞEKERİ

Bazı satıcılar, doğrusu,

Çok kandırıkçı oluyor.

Bakınca elma şekerlerine

İnsanın canı çeker.

Oysa içi çürük elma,

Dışı boyalı şeker.

Abdulkadir BULUT

BESİNLER

Artık “dişiniz çıktı” der,

Süt vermez cici annemiz.

Alır kucağına sever,

Toprak, ikinci annemiz.

Besler bizi bin bir öğün

Yemişler, sebzeler her gün,

Beni yanına götürün,

Toprak ikinci annemiz.

Hepsinde bir türkü, bir ses,

Buğday, dut, kiraz, patates.

─Hadi bana bir kavun kes,

toprak ikinci annemiz.

Fazıl Hüsnü DAĞLARCA

GÜZEL SÖZLER

· Can boğazdan gelir.

· Et giren eve dert girmez.

· Tok açın halinden anlamaz.

19/4/2008

Nevruz Bayramı Kutlama Programı

NEVRUZ BAYRAMI KUTLAMA PROGRAMI

1-SAYGI DURUŞU (BURCU SEVİNÇ)

2-İSTİKLAL MARŞI

3-TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ (EBRU AYDIN)

4-NEVRUZ GÜZELLEMESİ (ŞİİR, SELİN YEL)

5-NEVRUZ ADETLERİ (DURU DAMLA)

6-NEVRUZ BAYRAMI (ŞİİR, SENEM OĞUZ)

7-KÜLTÜR BAKANLIĞI NEVRUZ GÖSTERİSİ (CD’DEN)

8-KAPANIŞ

YENİ GÜN/NEVRUZ ADETLERİ

Yeni gün/Nevruz bayramında bir çok adetler bulunmaktadır. Bunlardan bazıları şunlardır:

Yeni günde/Nevruz’da Semeni göyerderler,

Yeni günde/Nevruz’da Semeni helvası pişirirler,

Yeni günde/Nevruz’da üzerlik denen bir bitki yakıp dumanını eve, mala, cana ve çocuklara verirler,

Yeni günde/Nevruz’da yeni elbiseler alınır,

Yeni günde/Nevruz’da yakınlara hediyeler alınır,

Yeni günde/Nevruz’da at yarışları yapılır,

Yeni günde/Nevruz’da yumurta boyanır,

Yeni günde/Nevruz’da kız beyenmeğe giderler,

Yeni günde/Nevruz’da küskünler barıştırılır,

Yeni günde/Nevruz’da misafirliğe gidilir,

Yeni günde/Nevruz’da nişanlı kızlara Nevruz hediyesi götürülür,

Yeni günde/Nevruz’da kötü söz söylenmez,

Yeni günde/Nevruz’da mezar ziyaretlerine gidilir,

Yeni günde/Nevruz’da başkaları hakkında kötü konuşulmaz,

Yeni günde/Nevruz’da alış-veriş yapılmaz,

Yeni günde/Nevruz’da şeker dağıtılır,

Yeni günde/Nevruz’da atı, iti vurmazlar,

Yeni günde/Nevruz’da, Nevruz gülü toplarlar,

Yeni günde/Nevruz’da yılanı vurmazlar,

Yeni günde/Nevruz’da kızlar kırmızı giyinir,

Yeni günde/Nevruz’da ev sahipleri evde birisinin bulunmasına gayret ederler,

Yeni günde/Nevruz’da kavga etmezler,

Yeni günde/Nevruz’da hasta olanlar ziyaret edilir, onlara pay götürülür,

Yeni günde/Nevruz’da aksakallılara Nevruz payı gönderilir,

Yeni günde/Nevruz’da şal sallayanlara pay verilir,

Son Çarşamba’da güneş çıkmadan suyun üzerinden atlanır,

Son Çarşamba’da düğün için ayrılmış koyunların boynuzlarına kırmızı bağlanır,

Son Çarşamba’da evden para vermezler,

Son Çarşamba’da borç ödemezler,

Son Çarşamba’da komşuya elek vermezler,

Son Çarşamba’da mum yakmazlar,

Son Çarşamba’da eğer mum yanıyorsa bitmeden yarım söndürmezler,

Son Çarşamba’da evden ateş, kibrit gibi şeyler vermezler,

Son Çarşamba’da evden ekmek vermezler,

Son Çarşamba’da erkenden yatmazlar.

Bu kısa kouşmamda Türk milletinin yaşamından büyük bir kesiti, büyük bir motifi, birkaç sayfaya işlemeye çalıştım. Hiç şüphe yok ki, Nevruz/Yeni yıl bayramı Türk kültür öğelerinin en temel ve köklü parçalarından birisidir. Bu sebeple de hakkında saatlerce konuşulacak kadar geniş ve engin bir konudur. Türkiye’mizin zor bir süreçten geçtiği bu günleri Nevruz gibi milli bayramlarımıza, âdet ve geleneklerimize sıkı sıkıya sarılarak, millet olarak birbirimize kenetlenerek atlatacağımıza inancımız sonsuzdur.

TÜRK İLLERİNDE NEVRUZ BAYRAMI

Kadim Türk yurdu Doğu Türkistan’da ortaya çıkan ve Türklerle beraber Anadoluya ve bütün Türk coğrafyasına yayılarak binlerce yıldır ananevi törenlerle kutlanan Nevruz-Yeni yıl bayramı Türk topluluklarında Nevruz, Noruz, Navrız, Newroz, Naurus, Ergenekon ve Bozkurt gibi adlarla anılmakta ve bütün Türk boylarında kutlanmaktadır.

Bu yazıda yer alan Nevruz bilgileri, Nevruz adet ve an’analeri genel olarak kitap ve ansiklopedilerden derlenen bilgiler değildir. Bu yazıda bahsedilenler Türkiyemizin cennet köşelerinden birisi olan ve benim de çocukluğumun geçtiği, doğup büyüdüğüm şehir, Iğdır ilimizde gördüklerimiz, yaşadıklarımız ve yaşattıklarımız adet, an’ane ve geleneklerimizden bizzat yaşanarak derlenmiş bilgilerden oluşmaktadır. Bu yazının orjinali Türk Dünyası Tarih Dergis'nin Mart 1993 tarihli sayısında yayınlatılmıştır.

Nevruz kutlandığı bütün coğrafyalarda aslını korumakla beraber, yaşatılan bütün coğrafyalarda bölgelere has bazı gelenekler de meydana getirmiştir. Kırgızlar yeni yılın ilk gününe Nooruz adını vermekte ve bu güne Nooruz Köcö denilen özel bir yemek yemektedirler. Uygur Türkleri bugünü bahar bayramı olarak kabul etmekte ve bu güne Novruz demektedirler. Mart ayına Navrız adı veren Kazaklarda bu gün ananevi bir şekilde kutlanmakta ve bugünde Kazaklar da Kırgızlar gibi Nooruz Köcö denilen özel bir yemek pişirmektedirler.

Nevruzu en tenteneli (şaşalı) şekilde kutlayan Azerbaycan Türkleri bugüne Noruz/Yeni Yıl yada Ergenekon demektedirler. Kırım Tatar türklerinde de Nevruz geleneği bütün canlılığı ile yaşamaktadır. Kırım Tatar türkleri bu kutlu güne Navrez adı vermektedirler. Batı Trakya Türklerinin Mevris, Çuvaş Türklerinin de Naurus dedikleri bu gün Osmanlı Türklerinde de kuylanmaktaydı. Osmanlı coğrafyasında sayılı günlerden birisi olarak kutlanan bu günde güneşin koç burcuna girdiği anda Nevruziyye adı verilen bir macun/tatlı yemek gelenek haline gelmiştir.

Milletleri millet yapan onların manevi değerleri, adet an’analeri, merasimleri ve diğer kültür unsurlarıdır. Bir milleti ayakta tutan, onu yaşatan ve devamını mümkün kılan bu tür kültür öğeleridir. Günümüzde bu tür kültür öğeleri milletler için temel güç unsurları olan; ekonomik güç, askeri güç ve ondan kuvvet alarak oluşturulan siyasi güç kadar temel ve stratejik öneme hâizdir. Bu sebepledir ki, Türk dünyasının en temel kültür öğelerinden birisi olan Nevruz/Yeni yıl bayramı bir çok doğu halkları tarafından kendilerine mal edilmeye çalışılmakta ve hatta bazı etnik gruplar tarafından siyasi hedefler doğrultusunda kullanılmak istenmektedir. Aynı şekilde bazı doğu halkları ve etnik gruplar Nevruz geleneğini kendilerine mal etmeye ve ona çeşitli rivayetler, efsaneler, masallar yakıştırmaya çalışmaktadırlar.

Tarih boyunca başta Türkler olmak üzere Türklerle aynı coğrafyayı paylaşan ve yakın ilişkide olan bazı doğu halkları tarafından, an’anevi bir şekilde kutlanan Nevruz/Yeni Yıl bayramı, tarih boyunca olduğu gibi, günümüzde de birtakım rivayet, masal yakıştırmalarıyla siyasi/dini ve bazı etnik emellere alet edilmek istenmektedir.

Bu sebeple Nevruz/Yeni Yıl bayramının ne olduğu, muhtevası, kutlanış şekli ve amacı, hangi tarih ve şartlarda formalaşarak milli bayramlarımızdan birisi haline dönüştüğünün bilinmesi, Nevruzu birtakım emellere alet etmekten kurtarıp, gerçek ve milli bir kutlanış amacına dönüştürecektir.

Ünlü Rus gazeteci ve yazarı Georgi Kubliski daha Sovyetler Birliği döneminde Orta Asya’ya yaptığı bir gezi sırasında şahit olduğu Nevruz törenleri için şçyle demektedir: Gerçek ilkbahar Orta Asya’ya Nevruz ile gelmektedir. Bu İslam öncesi bayram ilkbaharda gece ile gündüzün eşitlendiği gün olan 21-22 Mart tarihlerinde kutlanır. Eskiden Doğu takvimine göre yılbaşı da aynı tarihte başlıyordu.

Farsça bir kelime olan “Nevruz”, nev: yeni, ruz: gün, yani yeni gün manasındadır. Nevruz güneşin koç burcuna girdiği gün olup, Rumi takviminde Mart ayının dokuzuna rastlar. İlkbaharın başlangıcı 12 hayvanlı Türk takvimine göre yeni yıl olarak kutlanmaktadır. Eski Türkler ve nüfus yoğunluğu sebebiyle son bin yıldır Türklerin hükümranlığı ve egemenliğinde olan kalan İranlıların, yılbaşı olarak kabul ettikleri Nevruz, aslında sadece Türklerin değil Türklerle aynı coğrafyada yaşayan bütün halkların Yeni yıl olarak kutlamaları gereken bir gündür.

Güneş yıllık zahiri zahiri hareketleri zamanı, Mart ayının yirmibirinde (bazen yirmisinde) ekvatoru keserek, dünyanın güney yarımküresinden kuzey yarımküresine geçer. Bu zamanda güneş tam ekvatorda olduğundan, her yerde gece ile gündüz eşitlenir, yer yüzünün kuzey yarımküresinde ekonomik bahar başlar. Buna göre de güneşin Mart ayının yirmibirinde ekvatoru kestiği noktaya, yaz beraberliği noktası denir.

Onikinci yüzyılda Ömer Hayyam’ın düzenlediği güneş takviminde (ki, Selçukluların da kullandıkları takvim budur) yeni yıl Mart ayının yirmibirine denk gelmektedir. Yeni takvim yılının başlamasında güneşin yaz beraberliği noktasından geçtiği andan itibaren hesaplanır. Bu günde güneş ekvatoryal koordinatların başındadır. Bu gün Afganistan, İran ve Azerbaycan’da resmi yeni yıl olarak kutlanır.

Türkler uzun asırlardan beri baharın gelişini büyük bir coşkuyla kutlamaktadırlar. Baharın başlanıcına denk gelmesiyle de Türkler’de Nevruz bayramı ayrı bir anlam kazanmıştır. Ayrı bir bahar bayramı yerine Nevruz baharın gelişiyle yeni yıl bayramı olarak kutlanılımaktadır.

Bu milli bayramımızın “bahar, işçi, emekçi, ideolojik, v.s” yerine Türklerde yeni yıl bayramı olarak kutlanılmasının tarihi gerçeklere daha uygun düşeceği kanaatindeyiz.

Nevruz bayramı ilk doğduğu zamandan bugünre kadar, birçok kültürle iç içe olmuştur. Birçok millet böylesine köklü ulu Türk kültür unsurunu önce sindirmeye, bunu başaramayınca da kendi kültürlerinden birşeyler katarak, onu kendilerine mal etmeye çalışmışlardır. Bunun içindir ki, Nevruz/Yeni yıl bayramının kutlanış amacı üzerinde yapmış olduğumuz araştırmalarda yüzden fazla rivayetin olduğunu gördük.

Biz burada bu rivayetlerden sadece birkaçını vermekle yetineceğiz.

- Nevruz, Türklerin Ergenekondan çıktıkları gündür. Ergenekon/ Nevruz bayramı Türkleri’de bir tabiat, varoluş ve diriliş bayramı niteliğindedir.

- Nevruz, Hazreti Ali’nin doğduğu gündür.

- Nevruz, Ateşperestlerden kalan bir bayramdır.

- Nevruz, Tanrının dünyayı gece ile gündüzün eşit olduğu bir zamanda yarattığı gündür.

- Nevruz, Kütlevi halk bayramıdır.

- Nevruz, gününde güneş balık burcundan koç burcuna girmiştir.

- Nevruz, Türklerde bahar bayramıdır.

- Nevruz, İran ve Afganistan takvimine göre resmi yılbaşıdır.

- Nevruz, Türklerde demir dövme-örs bayramıdır.

Nevruz, Türklerde aynı zamanda Ergenekon bayramı olarak da kutlanmaktadır. Bu efsaneye göre Çinliler tarafından bozguna uğratılan Türklerden “Nuhuz” ve “Koyan” adlı iki hakanzade ile iki kız kurtulurlar. Dereler aşar, tepeler aşar, karanlıklarda yürürler. Nihayet bir sabah önlerinde bir iz görürler. Bu bir insan izi değildi. Koşturlar, izin üzerinden saatlerce koştular… Kızın birisi sevinçle, …işte … diyerek haykırdı. Bu bir alageyik idi. Kovalamağa başladılar. Yol pek dar ve sarp idi. Nefes nefese koşarlarken dik bir yardan aşağı yuvarlandılar. Kendilerine geldikleri zaman şaşırdılar. Burası yeşillik ve ağaçlık bir yerdi. Güzel çiçekler açmıştı. Renkli kelebekler uçuşuyor, kuşlar ötüyordu. Girdiler, dolaştılar.Burası adeta cennetti. Öyle bir cennet ki, kapısı yok. Hiç insana rastgelmediler. Başlarını yere eğdiler. Ümitlerini kesmediler, “yine bir gül gelir buradan kurtulur, vatanımıza kavuşuruz diyorlardı”. Akşama doğru alageyik göründü. O da bir çukurda yalnız kalmıştı. Şimdi kaçmıyor, hatta sokuluyordu. Kızlar bu geyiği okşadılar, kendilerine alıştırdılar. Nuhuz ve Kayan’la birlikte sütünü içerek karınlarını doyurdular.

Tam dörtyüz sene etrafı büyük ve geçilmez kaf dağlarıyla çevrilen bu gizli yurdun içinde geçti. Bağ artık tamamıyla şenlenmiş, Türk yavruları çoğaldıkça çoğalmış, geyikler artmıştı. Ve herkes bir işle meşgul, çalışıyordu. Turanla ve tüm dünyayla ilişkilerini kesen bu gizli yurttan artık kurtulamayacaklarına hükmeden Türkler yine asla meyus olmuyorlar, yine Turan’a kavuşmaktan ümitlerini kesmiyorlardı. Bir gün bu gizli yurtta bir kurt göründü ve geyiklerden bir tanesini oarçalayarak geçti. Bir çoban bu kurdun nereden geldiğini merak etmişti, arkasını bırakmadı ve küçük bir delikten çıktığını gördü. Koşa koşa yurda döndü. Gördüğünü anlattı. Hepsi birden deliğin başına geldiler. Bu delik dardı. Uğraştılar uğraştılar. Bir insan geçemeyecek kadar dardı. Nihayet içlerinden bir demirci çıktı. Ocak yaktı. Örs kurdu. Çekici örse vurarak taşları parçaladı. Ve yol açtı. Bu küçük dünyaya dörtyüz sene içinde çoğalarak sığamayan Türkler birdenbire taştılar, en önde elinde bayrak deliği açan demirci türk çıktı.

Türkler bugün çok sevindiler. Tekrar Turan’a kavuştukları için “yeni gün” diye bu çıkışlarını milli bayram adettiler. Ve deliği açan demirciye “Bozkurt” namını vererek kendilerine Han yaptılar. “Bozkurt” kelimesini Moğollar kendi lisanlarına tercüme ederek “Börteçine” dediler. Ve bu milli bayramı onlar da tanıdılar.

Artık her yıl yeni günde demir ayini yapmak kaide haline geldi. Yeni günde Hakan milli ocağın önüne gelir, bir demir parçasını kızdırır, sonra örs üzerine koyarak çekiçle döverdi.

İşte Türkler davullarla, ciritlerle, oyunlarla bu yeni günü takdis ve taziz ederlerken, Acemler de (İran) onlara imrendiler, bu bayramı kabul ettiler. Ve hatta yeni gün ismini kendi lisanlarına tercüme ederek Nevruz dediler. Acem tarihinde Nevruz’a esas olabilecek bir vak’a bir masal, bir an’ane bir rivayet yoktur. Halbuki Türk tarihinin, Türk an’anesinin devam eden akisleri Acemlerin Nevruz dedikleri şeyin tamamıyla bizim Yeni gün, biz Türkerin milli bayramıdır. Tarihimiz, mazimiz, masallarımız, an’anelerimiz ve nihayet ergenekon demir ayinimiz bu milli bayramımızın bir efsane değil, milli ve içtimai bir hakikat olduğunu ortaya koymaktadır.

Türklerin Ergenekon’dan çıktıkları bu günün güneş takvimine göre yeni yıla yani Mart’ın dokuzuna (Miladi 21 Mart) rastlaması bu güne ayrı bir mana kazandırmıştır.

NEVRUZ’A HAZIRLIK VE NEVRUZ TÖRENLERİ

Türklerde Nevruz/Yeni yıl bayramının hazırlıkları 40 gün önceden başlar. Evler temizlenir, silinir, süpürülür, her şey baştan aşağı yıkanır, bütün yatak, yprgan, döşek, kilim, halı, yolluk ve benzeri şeyler güneşe çıkarılıp serilir. Kış boyunca içine sinen nemden arındırılır, ve bol bol güneş alması sağlanır. Sonra bunlar sopalarla dövülerek (çırpılarak) tozdan arındırılır. Bu esanada uyanan doğayla, bahçe işleri de büyük bir hızla yapılmaya çalışılır; bahçede biriken çöpler ocaklardan çıkan küllerle karıştırılarak, gübre olarak toprağa verilir. Ark ve kanallar toprak ve çamurlarından arındırılır. Ağaçlar budanır, fazla dallar kesilir ve ağaçların dibi havalandırılır.

Nevruz’la gelen yeni günle beraber, herkes kendisine yeni bayramlık elbiseler alır, dost ve akrabalara hediyeler alınır. Nişanlı kızlar bey çorabı örerler. Büyük şair Şehriyar “Haydar Babaya Selam” adlı şiirinde bu konuda şöyle der:

“Bayramıydı gece kuşu ohurdu,

Adahlı (nişanlı) kız bey çorabın tohurdu,

Herkes şalın bir bacadan sohurdu,

Ay ne gözel gaydaydı (adet) şal sallamak

Bey şalına bayramlığın bağlamak.”

21 mart’tan önceki dört Çarşamba günleri daha bir tenteneli (eğlenceli) geçer. Bunların ilkine “haberci” veya “güllü” Çarşamba, “ikinci”, “üçüncü”, Çarşamba ve “İl ahır” yani son Çarşamba denir. İlk Çarşamba hazırlığa başlamanın işaretidir. Bu günde evlerde aş pişirilir, tongal kalanarak ateş yakılır. İkinci ve üçüncü Çarşambalar hazırlıklar hızlandırılarak devam ettirilir, semeni konulur. Sıra son Çarşambaya gelir. Son Çarşamba, Salı gecesini Çarşambaya bağlayan gecedir ki, bu, bayram günlerinin en şenliklisidir. Buna ilahır Çarşamba da denilir. Ahır (son) Çarşamba ölüleri anma günüdür. Bu günde mezar ziyaretlerine gidilir. Yemek ve helva hazırlanarak mezarlığa götürülür ve orada bulunanlara bilhassa fakirlere vefat eden hayrına dağıtılır. Vefat edenlere kuran okutulur.

Son Çarşamba artık Semeni yeşermiştir.

YUMURTA DÖVÜŞTÜRME

Bayram günlerinde ikinci Çarşamba’dan sonra sokaklarda, köşe başlarında ve belirli mekanlarda toplanan çocuklar, gençler soğan kabuğu veya samanla boyanan yumurtaları dövüştürüler (tokuştururlar).

Şehriyar “Haydar Babaya Selam” şiirinde bizim sayfalarla anlattığımız bu hadiseyi birkaç mısrayla inci gibi dizmiştir.

“Yumurtanı göyçek güllü boyardık,

Çakkıştırıp, (tokuşturup) sınanların (kırılanları) soyardık,

Oynamaktan birce meğer doyardık,

Eli mene yaşıl aşşık (1) vererdi,

İrza mene Novruz gülü dererdi.

1. Koyun ve keçi gibi küçükbaş hayvanların dizkapaklarından çıkarılan kemik, enkaze. Bu kemikle çocuklar aşşık oyunu oynanmaktadır.

ALAV ALAV

Gelin dostlar

Gelin biz

Bu ilk gününde

Güneşi alkışlayak,

Günü seher çağından

İli Yazdan başlayak.

Tongallar yandırılsın

Üstünden tullanak biz

Babaların ruhunu, oddan keçip anak biz.

Bahtiyar Vahapzade

Üçüncü Ahır Çarşamba ve bayram gecesi -bu Salıyı Çarşambaya bağlayan gecedir- alav alav gecesidir. Bu gecede “tongal” denen ateşler yakılır, üzerinden atlanır. Eskiden bu ateşler evlerin damında yakılırdı. Ancak, yaşam şartlarının değişmesiyle bu ateşler şimdilerde bahçelerde veya boş meydanlarda, sokak aralarında yakılmaktadır. Ateşin yakılmasıyla içlerinden bir dilek turarak ateşin üzerinden atlayan kimseler bu dileklerinin gerçekleşeceğine, tüm hastalıklarının bu ateşe dökülüp yanacağına, yeni yıla bu hastalık ve kötülüklerden arınarak girileceğine inanılır.

İnanışa göre, ateşin üzerinden bazı yerlerde üç bazı yerlerde ise yedi defa atlanılması gerekir.

Ateşin üzerinden atlanırken genellikle şöyle bir tekerleme okunur:

“Ağırlığım, uğurluğum dökülsün bu ateşin üstüne”

“Ağırlığım, uğurluğum, kelliğim, keçelliğim hep bu ateşe”

“Ağırlığım, uğurluğum dökülsün, odda yanıp kül olsun”

“Yansın alev saçılsın, menim bahtım açılsın”

Bu arada yağlı paçavralardan yapılan ateş topları da bir telle bağlanır ve birkaç defa sallandıktan sonra havaya atılır. Daha sonra tongalın külleri bolluk getirsin diye evin bahçesine serpilir.

Dışarıdaki alav alav şenliği bittikten sonra eve gelinerek “en milli sofra sayılan” Nevruz sofrasına oturulur. Bu sofrada pilav, kavurga, yarma yemeği, et v.s gibi milli yemeklerin yanında boyanmış yumurta, çeşitli kuruyemiş (yeddilevin)çeşitleri ve semeni bulunur. Sofra başında aile fertleri birbirini tebrik eder, evin aksakallarının işaretiyle yemeye bbaşlanılır. Nevruz/Yeni yıl bayramında aksakallar bütün dargınları barıştırır, gençlere öğüt nasihat verirler.

SEMENİ

Nezruz bayramı sürecinde bir kap içine konan buğdayların sulanarak yeşillenmesinden elde edilen yeşertilmiş çimene Semeni adı verilmektedir. Nevruz aynı zamanda yeşilliğin ve doğanın da bayramıdır. Onun için “SEMENİ”nin yeşillik ve bereketi temsil ettiğine inanılır. Semeni’den Helva ve tatlılar da yapılmaktadır. Semeni için bir çok şiirler yazılmış, şarkılar bestelenmiştir.

BACA BACA/ŞAL SALLAMA

Yeni güne en çok sevinenlerin başında çocuklar gelmektedir. Baca baca denilen günde –bu bayramdan bir gün öncesidir- Bu günde çocuklar bayram paylarını almak için mahallelerine ve yakın mahallelere gidip kapı kapı dolaşılarak, kapılar çalınır ve bayram payları istenir. Baca baca gecesi tongallar kalanır, ateşler yakılarak üzerinden atlanır ve gece olunca da herkes beline bir Şal (atkı) bağlayarak komşu evlerin yolunu tutar. Eskiden evlerin bacaları olduğu için bacadan sarkıtılan bir Şal’a (atkıya) bayram payı bağlandığı için bu adete “baca baca” denilmektedir. Ancak günümüzde artık bacalı ev kalmadığı için bu adet kapılar çalınarak içeri atılan Şal, geniş bez veya çantalarla yapılmaktadır. İçeri şal atan kimse şalın bir ucunu içeri atarken diğer ucunu elinde tutar ve saklanarak, kendisinin görülmemesine büyük bir özen gösterir. Fakat ev sahibi genellikle kimin geldiğini bilir, ama tanımamış gibi davranır. Kapının arkasına geçilerek bayram paylarını isteyen çocuklar, çok değişik sözler söylemekle beraber bazen “ev sahibi bayramçalığımızı verin” gibi sade birkaç söz veya aşağıdaki gibi birkaç mısra okunmaktadır:

Ev yiyesi evde mi?

Gümüş kemer belde mi?

Ev yiyesi (sahibi) var olsun,

Koynu (kucağı) dolu nar olsun,

Doğduğu oğlan olsun,

Doğradığı kuruk olsun,

Kategori: Belirli Gun ve Haftalar Yorum (0) Kalıcı Bağlantı





Hiç yorum yok:

Göktürk devleti makale

Göktürk devleti makale Göktürk Devleti, Orta Asya'da kurulan Türklerin ilk devletidir. Devletin kuruluşu, Orhun Anıtları'nda kayded...